YOU'RE ALL WELCOME TO DOWNLOAD GPS ROUTES AND PICTURES FOR FREE. WE REALLY APPRECIATE IF YOU CAN GET A KIND PERMISSION AND PROVIDE THE SOURCE OF THE GPS ROUTE AND PICTURES BEFORE UPLOADING THEM TO YOUR SITE OR USING THEM ANYWHERE ELSE. THANKS IN ADVANCE. (altugsenel@gmail.com)
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Frigya’da ilk gecemizi geçirip, ilk sabahımıza uyanıyoruz. Gece buraya gelirken tahmin ettiğimiz üzere soğuktu. Bu bölgeleri yürüyeceklere, Likya/Karia tecrübesi yaşamış arkadaşlara hava sıcaklığı konusunda biraz daha tedbirli olmalarını tavsiye ediyoruz. İç Anadolu’nun tipik kara iklimine benzeyen hava şartları var. Gündüz ne kadar sıcak olursa olsun, “üşümüyorum” deseniz bile gece sıcaklık hissedilir derecede düşüyor. Günün yorgunluğu çadırda hele ki üşüme nöbeti ile karşınıza çıkarsa çile daha da büyük olur. Frig’de yürürken akşamları biraz kalın giyinmek gerekecektir. Malzemeleri de bu şartlara göre seçmek gerekiyor tabii.
Sabah soğuğu ve arasıra incecik, keyifle yağan yağmurun çadırımızın üzerine vurarak çıkardığı ses ile sabaha beklediğimizden erken uyanıyoruz. Kamp atanların kulaklarına bu ses şimdiden çalışmış olasa gerek. Yağmurun şiddetli olamaması bir bakıma iyi oluyor çünkü çadırımız 3 mevsim. Su geçirmeyeceğini düşünsek de bir risk var tabii.
Çadır içerisinde sabah kahvaltımızı yapıyoruz. Genellikle yürümeye başladıktan sonra yol üzerinde durarak kahvaltı yaptığımızdan uzun zamandır çadırda kahvaltı yapmadığımızı farkediyoruz. İncecik yağan yağmurun vesile olması hem soğuğu unutturuyor, hem de çadır içerisinde eğlenceli zaman geçirmemize vesile oluyor. Bu arada gece oldukça soğuk olduğunu, soğuktan zaman zaman uyanmak zorunda kaldığımızı hatırlatalım. İç Anadolu’nun soğuğu bir farklı oluyor. Yola çıkarken yaz veya kış farketmez mutlaka gözönünde bulundurmak lazım.
Kahvaltı sonrası kısa sohbetin ve bugün yapacağımız yürüyüş planımızı değerlendirdikten sonra toparlanarak saat 07:30’da yola çıkıyoruz. Hava da erken karardığından erken yola çıkıp çok yol almaya çalışıyoruz.
Gece boyunca dinlediğimiz, dibimizden akan derenin üzerinden geçerek karşı taraftaki yoldan yürümeye, işaretleri takip etmeye başlıyoruz. Bu bölümlerde su problemi olmayacağını, gereğinden fazla su taşınmasına gerek olmadığını yazımızın başında belirtelim.
İki dakikalık bir yürüyüşün ardından çeşmenin olduğu bir yol ayrımına ulaşıyoruz. Çeşmeden akan buz gibi suyu içiyor, elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Soğuk ama ciddi soğuk. Bir bardak bile zar zor geçti boğazımızdan.
Çeşmeden yukarıya doğru yürümeye başlıyoruz. Yağan yağmur ve ağaç kesimile gelen ormancılara ait traktör ve kamyonlar yolu çamura çevirmiş. Yürümek ne mümkün. Yol kenarından yavaşça yürüyerek ilerlemeye çalışıyor, acaba bu çile ne zaman bitecek diye birbirimize soruyoruz. Çamurlar ayakkabılara yapışmasa iyi de bacaklar bizimle birlikte kilolarca çamuru taşır hale geliveriyorlar bir anda.
Bu noktayı kaçırmamak önemli çünkü toprak yoldan devam edilirse ileride karşınıza başka ayrımlar çıkıyor ve kaos başlamış oluyor. Her ne kadar girişteki kayaya baba yapmış olsak da işte burası gibi işaretin olmadığı kısımlarda GPS kullanıyor olmak çok önemli. Burada işaretin olmamasının sebebi yakın dönemde yapılmış ağaç kesim çalışmaları olsa gerek yoksa İncik çıkışına kadar olan bölümüne kadar net ve sık olan işaretler bir anda kayboluyor. Belli bir kısımdan sonra yolun işaretlenmemiş olması imkansız.
Yolun sağa doğru “U” şeklinde dönmeye başladığı noktada biz solda kalan ağaçların arasındaki patikaya giriyoruz. Eski adı ile “çamaşırhane”, bugünkü adı ile “Olcak” olan iki büyük düzlükten geçerek Doğluşah’a doğru ilerliyoruz.
Buralara baharın gelmediği aşikar. Çoğu zaman sanki kışın tam ortasında yürüyor gibi buluyoruz kendimizi. Yoğun bulutlar gökyüzünü halı gibi kapladığında içerisinde bulunduğumuz orman gündüz vakti neredeyse geceye dönüveriyor.
Bunlar yürüyüşten keyif almadık anlamına gelmesin kesinlikle yürümeyi, doğayı seven her zaman yürümeli. Bir ay sonra buraları yürüyor olsak yemyeşil bir doğa içerisinde yürüyor olacaktık. Yerleşimden uzak kendimizi keyif içerisinde hissettiğimiz yerler. Hele ki yol üzerindeki izler bizi geçmişe götürüyor. Sanki karşıdan bir Frig at arabası gelecekmiş gibi hissediyoruz.
Ağaçların arasında yürürken işaretler var ama ne zaman kesim alanlarına çıksak işaretler kaosa dönüyor, işte tam bu noktada da GPS’e sarılıyoruz. Ağaç kesim alanına çıktığımız bir düzlükte sağa doğru devam etmemizi söylüyor GPS.
Üzerinde yürüdüğümüz toprak yol sanki ormancıların araçlarını geçirebilmesi için sonradan yapılmış çünkü yol kenarında kayaların üzerindeki işaretlerin bazısı toprakla sıvanarak kapanmış bazısı yol seviyesinin aşağısında. Yukarıda ve özetlerde de belirttiğimiz üzere GPS olduğu sürece bir sorunumuz yok.
Kah patikalar kah orman yolu diyerek, işaretleri de çoğunlukla görerek yaklaşık 2 km. civarında yürüyoruz. Geçtiğimiz yerlerde kayalara oyulmuş antik at arabası izlerini görmek, inceleyip yolun nereye doğru gittiğini araştırmak çok keyifli.
Patikalardan yürüyor olsak da bizi Doğluşah’ın çamaşırhanesine çıkartacak toprak yolun paralelinde yürüyoruz. Zaman zaman yola inmek zorunda kalsak da yoldan yürümediğimiz iyi oluyor çünkü çok çamur. Çam ve meşe yaprakları ile halı gibi kaplanmış patikalardan yürümek çok daha keyifli. Böyle patikalarda insan kendini tam anlamıyla doğanın koynunda hissediyor.
Yolun olduğu bir düzlüğe ulaşıp, yola inmeden yeniden patikaya giriyor, adeta koridor şeklinde giden bir araba genişliğindeki patikadan kısa bir yürüyüşün ardından çamaşırhane mevkisine saat 08:30 itibariyle ulaşıyoruz. Yolun başında gördüğümüz çeşmeden bu açıklığa kadar toplam mesafe 3 km.
Karşımızda ağaçların altında bizi yeni bir çeşme daha karşılıyor. Burada su molası vermeden soldaki köprünün üzerinden geçiyor, yolumuza, Doğluşah’a doğru yürümeye devam ediyoruz.
Bu alan zamanında köylülerin çamaşır yıkadıkları “Çamaşırhane” olarak da bilinen “Olcak” mevkisi. Burada kamp atmak mümkün. Oldukça geniş ve ferah. Buradaki çeşmenin yaz-kış aktığını, kurumadığını da belirtelim.
Belli belirsiz yolu takip ederek az ileride bulunan başka bir köprü üzerinden geçiyor, yürüyüşümüze işaretleri sıkça göremesek de toprak yolu takip ederek devam ediyoruz. Yürüdükçe yol derin tekerlek izlerinin olduğu toprak köy yoluna dönüşmeye başlıyor. Hal böyle olunca üzerinde çamurdan yürümek mümkün olmuyor ve kendimize yolun hemen yanından ağaçların arasından bir yol çizmek durumunda kalıyoruz.
Yolu ve işaretleri takip ederek Olcak mevkisini arkamızda bırakıyor, yeni bir düzlüğe daha ulaşıyoruz. Solumuzda alabildiğine geniş olan çayır yemyeşil ve dümdüz. Seyretmeye doyamıyoruz. Hani bir ucundan koşmaya başlasak hiç bitmeyecekmiş gibi duruyor.
Kapalı olan hava sonunda yapacağını yapıyor ve ince yağdığından dolayı pek umursamadığımız yağmur hızlıca yağmaya başlıyor. “Acaba pançoları üzerimize geçirsek mi?” diye düşünürken düzlüğün yakınlarında bir ağacın altına girerek pançolarımızı üzerimize geçiriyoruz.
Yolu takip ederek yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüşün ardından eski bir taş köprüyü geçerek bir gün önce Fındık çıkışında yolun ikiye ayrılıp birinin İncik üzerinden devam ettiği (biz bu yoldan gittik), diğerinin vadi içerisinden dere boyunca devam ederek birleştikleri Doğluşah girişine ulaşıyoruz.
Tabelanın dibinde çevreyi inceledikten sonra tabelanın gösterdiği yöne, sola doğru yürüyerek Doğluşah’a saat 09:30’da giriyoruz.
Bu küçük köyde hiç hareket yok. Birkaç evde soba dumanını görsek de durmamız için bir sebep yok. Her ne kadar Frig Yolu kitabında kahvehane ve bakkal olduğu yazsa da caminin bulunduğu meydanda bir bakkal göremedik. Ancak meydanda, caminin yanında akan bir çeşme var. Yürürken görülebiliyor.
Anlaşılan o ki buranın insanı Kütahya ve Eskişehir’de yaşıyor, buralara ilkbahar ile geliyor. Mutlaka bu mevsim de birileri vardır ama birçok evin kapısı penceresi sıkı sıkı kapalı.
Doğluşah’tan yönümüzü çok da uzağımızda olmayan, sadece 2 km. uzağımızdaki Sökmen’e çeviriyoruz.
Camiyi arkamıza alarak köy yolundan yürümeye başlıyoruz. Sadece 3-4 dakika kadar yürüyüp solumuzda bulunan köy mezarlığının karşısındaki çeşmenin yanından toprak yola giriyoruz. Yaz/Kış sürekli akan bu çeşmenin üzerinde de büyükçe yol işaretini de görüyoruz. Bu yol aynı zamanda bizi Sökmen'e bağlayacak patikanın yanısıra Doğluşah Göleti’ne götürüyor.
Köy yolundan çıkıp sağda toprak yola girer girmez sadece 200 metre yürüyerek karşıda Doğluşah Göleti’ni görüyoruz. Göleti sağımızda bırakarak güney tarafından göleti sağımıza alarak yürüyoruz. Çok küçük bir gölet değil burası.
Yağmur dinmiş olsa da gölet çevresinde esen sert rüzgar sebebiyle pançolarımızı çıkartmıyoruz. Açık alanda bulunmamız sebebiyle rüzgar gereğinden de sert ve aptala çeviriyor insanı.
Gölet civarından geçerken doğa bize bir güzellik yapıyor ve kısa süreliğine de olsa yağmur bulutlarını bir kenara çekerek gölet ve çevresini güneş ile aydınlatmaya başlıyor. Böyle olunca sert esen rüzgara aldırış etmeden kısa bir mola verip manzaranın keyfini çıkartıyoruz.
Doğluşah Göleti’ini geçtikten sonra solumuzda bulunan tepeye doğru hafif bir tırmanış ile yürümeye devam ediyoruz. Ağaçların üzerinde tek tük işaret görüp yönümüz belirgin gibi gözükse de işaretleri sürekli göremediğimiz için yine de GPS’e göz ucuyla da olsa bakıyor, yürümemiz gereken yönü saptıyoruz.
Karşımızdaki tepeye doğru yükseldikçe tepenin Sökmen’e ineceğini zannediyoruz. Ancak çıktığımız bu tepe Sökmen girişinde bulunan etkileyici Frig mağaralarının ve eski kaya mezarlarının üzerinde bulunan düzlük olduğunu aşağıda sağda Sökmen’i gördüğümüz noktada anlayacağız.
Saat 10:00 itibariyle aşağıda Sökmen’i görmeye başlıyoruz. Bulunduğumuz tepenin üzerinde uçan yırtıcı kuşlar (Hangi kuş olabileceğini bilemedik. Kusurumuza bakmayın), ilerledikçe ortaya çıkan geniş manzara çok etkileyici.
Bu kısımda işaretleri göremiyoruz ve GPS’in faydasını bir kez daha görüyoruz çünkü buradan inmenin tek yolu var. Fazla seçenek yok çünkü alternatif yol yaratmak mümkün değil. Tepenin en ucuna doğru giderek soldan (Sökmen tarafı değil) aşağıya doğru inen patikayı buluyoruz. Buralarda fazla kenarlara yaklaşmamak lazım. Aşağısı direk olarak uçurum. Tek adımda aşağı çakılma durumu olabilir.
Bu nokta yürüyüşçülerde kesinlikle bir korku yaratmamalı zira bugünün en güzel ve etkileyici manzarasını seyrediyor, indikçe yanından geçtiğimiz kaya mezarlarını ve mağaraları daha yakından görme imkanını buluyoruz. Burada yazdıklarımız tamamen önlem amaçlı. Yürüyüş yollarının işaretlemesi yapılırken yürüyüşçülerin emniyeti de gözönünde bulunduruluyor ve mümkün olduğunca yüksek olan yerlerde kenarlara yaklaştırılmıyor. Tabii başka seçenek yoksa yapacak birşey yok.
Bu uyarımızın ardından geniş manzaraya sahip tepede şayet şiddetli rüzgar yoksa bir süre mola verin ve Sökmen’in üzerinde bulunduğu yükseltilerin az olduğu geniş ovayı ve mağaraları izleyin. Hatta yemeğinizi bile bu noktada yiyebilirsiniz.
Kaya mezarların yanından aşağıdaki toprak araç yoluna iniyoruz. Az önce üzerinde bulunduğumuz mağaralar ve doğal yeryüzü şekilleri çok etkileyici görünüyor. Hava bir de soğuk olmasa ne de güzel zaman geçer burada.
Sökmen Köyü’ne girmeden köyü arkamıza alarak İnli’ye doğru yürüyeceğiz. Ancak yürüyüşçülere Sökmen Köyü girişindeki mağaraların bulunduğu bölgeyi incelemelerini, kısa bile olsa burada zaman geçirmelerini öneriyoruz. Mağaralara çıkın, çayırda yemeğinizi yiyin, suyunuzu için, sırtınızı antik dönemden bu yana ev olarak kullanılan kayalara yaslayın ve manzarayı seyredin. Keyif alacak imkan çok burada.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere Sökmen Köyü’ne girmeden İnli’ye devam edeceğiz. Su gibi acil bir ihtiyacı olan köye yürüyerek ikmal yapabilir ancak bu tür küçük köylerin çoğunda bakkal/market olmadığını, yerel halktan yardım istenebileceğini unutmamak lazım. Buralarda nüfus sezonluk olarak değiştiğinden marketler genellikle köy köy gezen gezici araçlar şeklinde. Mobil market. Mobil manav gibi.
Birşeye ihtiyacınız olur da yol üzerinde karşınıza çıkarsa mutlaka durdurun bu araçları.
Etrafı inceledikten sonra köyü arkamıza alarak köy yolundan yola devam ediyoruz ve 300 metre yürüdükten sonra Frig Yolu’na ait tabela ve “T” yol ayrımına saat 10:15 itibariyle ulaşıyoruz. Tabela üzerindeki rakamlar doğru. İşaretleri takip ederek sola dönüyoruz. Sağa dönülürse Sökmen Köyü’ne gidiliyor. Bir bakıma geri dönülüyor. Zaten işaretler bu karışıklığı ortadan kaldırıyor. Biz gereğinden fazla paranoya yaratıyoruz. Yaşlanıyoruz tabii.
Sola saptıktan 100 metre sonra bizi yoldan çıkartıp yeniden patikalara sokan sağdaki yola giriyoruz. Bu nokta çok önemli. Sağa girmeyip asfalt takip edilirse çok da uzak olmayan İnli’ye asfalt yoldan gidilir ki işaretli parkur aşağıdaki asfalt yola patikalardan paralel gidiyor.
Bu bölüm işaretleri takip etme anlamında ÖNEMLİ. Tabeladan sola saptıktan yaklaşık 50 metre sonra sağa tepeye doğru çıkıyoruz. Patikalar belli belirsiz de olsa görülebiliyor ama bu noktada da GPS kullanılması gerekliliğini doğrulayan bir durum bir kez daha ortaya çıkıyor. Girişte işareti göremiyor, yukarıya çıktığımızda işaretlerle karşılaşıyoruz.
Girişte işaret görmüş olsak da bu işaret bizim yukarıya gideceğimizi söylemediğinden önce yolu takip ediyor, ardından patikanın başına geri dönüyoruz. Aktif olarak GPS kullanıyor olmamız bu bakımdan çok işimize yarıyor. Rotayı blog üzerinden “gpx” dosyası olarak paylaştığımız için cihaz sürekli açık olup kayıtta olmalı, bunu cep telefonu üzerinden yapınca şarj sorunu bilinen gerçek.
Tepeyi çıktıktan sonra arkamıza dönüp aşağıda kalan Sökmen köyüne son bir kez daha bakıyor ve yolumuza devam ediyoruz.
Yaklaşık 4 km. boyunca zaman zaman inişli-çıkışlı patikalardan yürüyeceğiz. Ama bu kısım için aklımızda kalan herhalde yerlerde gördüğümüz antik tekerlek izlerinin yanında, dağ bisikleti (MTB) izleri. Bu kısım bisiklet için oldukça güzel yollar içeriyor. Kum tepelerini çıkar iner gibi ilerliyoruz.
Zaman zaman bodur meşelikler, geniş yamaçlar derken işaretlerin de bulunduğu patikalardan keyifli bir yürüyüş yapıyoruz. Kuytu kısımlarda rüzgarın azalması bizi kendimize getirirken, açık ve yüksek noktada sert esen soğuk rüzgar iliklerimize kadar üşümemize sebep oluyor.
Ne olursa olsun ekili alanlar bize ilkbaharı müjdeliyor. Yemyeşil kısımlar içimizi açıyor. Bu kısımda da Frig dönemine ait at arabalarının tekerlek izlerini görüyoruz.
Yukarıda tariflediğimiz üzere yoldan giriş haricinde Sökmen-İnli arasındaki parkurun belirgin ve sorunsuz olduğunu söyleyebiliriz. Zaman zaman düzlükleri birbirinden ayıran küçük dere yataklarına iniyor, zaman zaman da etrafımızı kaplayan bodur meşeliklerin arasından yürüyoruz. Ne olursa olsun canımız hiç sıkılmadan yürüyoruz.
Yol üzerinde cılız da olsa akan dereler ve yaz-kış aktığı belli olan bir çeşmeyi de görüyoruz. Dolayısıyla bu parkurda -mesafe kısa olsa bile- su konusunda problem yok.
Su kaynağını geçtikten sonra geniş düzlükten araç izlerini takip etmeye başlıyoruz. Son 1 km kala yoldan ayrılarak Fındık Vadisi içerisinde kurulmuş olan İnli’nin tepelerine doğru tırmanıyoruz.
Tırmanışımız sırasında kayalıklı patikalarda yürüyor, yürürken yağan yağmur sebebiyle aşırı derecede kaygan hale gelen patikalarda adımlarımızı daha dikkatli atıyoruz. Kaymamak için kayalık bölüme basmıyor olsak bile kalan kısımlar tamamen balçık. Manzarayı seyrederken adımlara dikkat etmek gerekiyor.
Kayaların arasından yaptığımız tırmanışın ardından yukarıda bir düzlüğe ulaşıyor, zaman zaman işaretlerin, zaman zaman GPSin yardımı ile kısa bir süre sonra aşağıda vadi içerisinde kurulmuş olan İnli Köyü’nü görmeye başlıyoruz.
Doğa volkanik tüfleri adeta dümdüz hale getirmiş. Yukarıda belirttiğimiz üzere bu düzlüklerin üzerinden yürürken hele ki yerler nemli ise kaymamak için dikkatli olmak gerekiyor.
Yola iner inmez köyün girişinde bizi karşılayan “İnli” trafik tabelasının karşısındaki evin önünde yaşlı bir amcayı görüyoruz. Köyde mola verip vermeme konusunda emin değiliz.
 |
Koridor gibi volkanik tüflerin arasından kıvrılarak köye iniyoruz. |
 |
Aşağıda Doğluşah'tan gelen, daha önce paralelinde yürüdüğümüz asfalt yola iniyoruz. |
 |
İnli girişine son adımlarımız. |
 |
Yola iner inmez köy tabelasını görüyor, hemen solda görünen evde Hüseyin Amca ve eşi ile karşılaşıyor, eve buyur ediliyoruz. Bu kadar soğuk ve yağmur sonrası bu içten ve samimi davete "hayır" diyemezdik. |
Adını az sonra öğreneceğimiz Hüseyin Amca “Merhaba, Hoşgeldiniz köyümüze.” diyerek bizi güleryüzle karşılıyor. Mola verip vermeme konusunda emin değiliz demiştik ya. Bu güleryüzlü ve içten davet sonrasında artık mola vermeye eminiz.
“Dışarısı soğuk. Haydi gelin sıcak birşeyler için çocuklar. Soluklanın biraz.” diyor Hüseyin Amca. İki kişilik ekibimizin bu gibi davetlerde karar mekanizması -eğer özel bir durum yoksa- Altuğ’da. Altuğ “Olabilir. Zaten öğlen oldu yanımızda yemeklerimiz de var hem öğle yemeği yer hem de sıcak birşeyler içeriz” dedikten sonra bugüne kadar kurduğumuz yol dostluklarımızın en güzellerinden birisine adım atmış oluyoruz.
“Çıkartın ayakkabılarınızı. Koyun çantalarınızı sundurmanın altına. Bırakın dışarıda. Bu köyde hırsızlık olmaz. Bugüne kadar da olmadı zaten.” Böyle durumlarda şehirli olduğumuz hemen de belli oluveriyor. İlk defa bu diyarlardan geçtiğimizden tedirginliği elden bırakamıyoruz haliyle.
Bu samimi ve sıcak karşılamadan sonra Hüseyin Amca’yı dinliyor, çantanın üzerine takılı GPS’i bile dışarıda bırakarak içeriye sobanın başına kuruluyoruz.
İnli bu bölgede bulunan çok sayıdaki Alevi köyünden biri. Bu sohbetimiz sırasında alevi köyünün yaşantısı ve dünya görüşleri hakkında bilmediğimiz çok fazla bilgiye sahip oluyoruz. Sohbeti güzel, ne dediğini bile, akıllı ve konuksever Hüseyin Amca ve eşini dinlemeye doyamıyoruz. Onlar anlatmak istiyor. Biz dinliyoruz. Onlar anlattıkça biz merak ediyor, merakımız giderildikçe bilmediğimiz çok şeyler öğrenmiş oluyoruz onlardan.
Hüseyin Amca’nın eşi bize hızlıca kahvaltılık birşeyler hazırlıyor.
- Yanınızdakiler size kalsın. Sonra yersiniz. Biz de kışın Eskişehir’de oturuyoruz. Çatısı akıyor diye evi kontrole gelmiştik. Fazla birşeyimiz yok ama olsun. Sizler buradan geçen yolcularsınız. Sizlere birşeyler ikram etmek boynumuzun borcu.
Mahçup oluyoruz böyle olunca. İnsanların kendi lokmalarını hiç tanımadıkları bir misafir ile paylaşıyor olması, doyurana kadar bizlerle ilgilenmesi yolların unutulmaz anları arasına giriveriyor.
Gürül gürül yanan sobanın üzerinde demlenen çay ve kahvaltılıklarla yediğimiz kızarmış ekmekler, yanında yaptığımız güzel sohbet yürüyüş boyunca içimize kadar üşümemizi adeta unutturuyor.
 |
Öğle yemeğimiz. |
Saat 12:00’de başlayan soba başı sohbetimiz 13:15’e kadar devam ediyor. Konu ve anafikir şu kısaca:
- Bir dünyada neden bir arada yaşamayı beceremiyoruz? Din, dil ve ırk ne olursa olsun birliklikte birbirimizi severek yaşayabilsek, din unsuru kullanılmadan düşünce ve fikirlerimizi ifade etmeye çalışsak daha güzel olmaz mı?
Yazdıklarımız anafikir gibi durmuyor aslında ama bu yazdıklarımızdan bir anafikire ulaştığımız, yol hikayemizin konusunu değiştirmemek adına, belli oluyor. Güzel temenniler, güzel öğütler ile ayrılıyoruz.
 |
Sohbet çok koyu. Bu bir saatlik mola öyle güzel geldi ki... |
 |
Güzel insanlar. Birbirimizden öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki. |
Az sonra merkezinden de geçeceğimiz İnli çok düzenli, tertemiz bir köy. Evlerin bahçeleri tertemiz, evlerin duvarları, boya badanaları bakımlı. Alevi halkın yerleştiği, oldukça eski bir geçmişe sahip İnli’de yazın neredeyse tüm haneler doluyor, kışın şehir/kasaba merkezlerine göç oluyormuş. Diğer köylerde de gördüğümüz üzere kışın nüfus oldukça azalıyor. Sürekli yaşayan sayısı az. Durum böyle olunca buralarda sürekli açık bir bakkal veya dükkan bulmak zor oluyor. Gezici bakkal ve manavlar burada çok yaygın. Görünce birşeye ihtiyaç varsa aracı durdurmak lazım. Köyde su bulunuyor.
Sadece bir saatlik sohbet sonrası ayrılırken kendimizi buruk hissediyoruz. O kadar dostça ağırlandık ki. Bu iki güzel insanı çok zor unuturuz. Hatıra fotoğraflarını göndermek için adreslerini alıyoruz. Yürüyüş sonrası gönderdiğimizde kendileri fotoğrafları alıp almadıkları hakkında görüştüğümüzde eşi diyor ki:
- Aldık be evladım. Öyle de sevindik ki. Bakın ikinizi de çocuklarla bekliyoruz. Bak unutma bizi. Kurban olurum.
Hatıra fotoğrafınmız da bir bu kadar eğlenceli oluyor. Yürüyüş sonrası bu kısımı yazarken hem mutlu hem de içimiz bir buruk oluyor.
 |
Bizi tekrar bekliyorlar köylerine. Söz verdik. Tutacağız sözümüzü. |
 |
Yola çıkmadan hatıramız. Fotoğraf teklifi bizden değil onlardan geliyor. Bizden daha girişken birileri ile karşılaşmış olmak ne güzel. |
 |
İnli Hatırası. |
 |
Kendine iyi bak Hüseyin Amca. |
Bu arada karnımız doyduğundan kuzine soba içerisinde pişmiş patatesleri, yoğun ısrarlar sonucunda, soğumaması için beze sarıp yanımıza veriyorlar sağolsunlar. “Yumaklı’da yersiniz. Birşeycik olmaz.” diyorlar. Tuz bile koydular yanımıza.
Saat 13:15’te İnli girişinde Hüseyin Amca’nın evinden yola çıkarak bir sonraki durağımız Yumaklı’ya doğru yürümeye başlıyoruz.
Köy içerisinde bir yere sapmadan dümdüz yürüyor. Yolun sonunda evin duvarının üzerinde işareti görüp sağa sapıyoruz. Köy içi yoldan yürüyor, bu yolun sonunda da sola saparak Türkmen Su dolum tesislerinin bulunduğu kısıma kadar yürüyoruz. Köy içerisinde yol işaretlerini görebiliyoruz.
Yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüşün ardından solda terkedilmiş köy ilkokulu ve ilerisinde sağda Türkmen Su tesislerini geçtikten sonra yolun sağında bizi Yumaklı’ya götürecek vadiye girmemiz gerektiğini söyleyen yol tabelası ile karşılaşıyoruz.
Saat 13:45 itibariyle İnli 1 km. kadar arkamızda kalıyor ve yol tabelasından Fındık Vadisi’nin devamı olan vadiye giriyoruz. Günün sonundaki hedefimiz olan Yumaklı’ya her ne kadar tabela 9 km. olarak gösterse de 11 km. kalan yürüyüş mesafemiz var.
 |
Köyün dışına çıkıyoruz. İleride sağda görünen kayalıkların önünden Fındık Vadisinin devamına doğru gireceğiz. |
 |
Yolun sağında tabela bizi karşılıyor. Rakamlar doğru sayılır. |
 |
Yolun sağından içeriye doğru giriyoruz. |
 |
İlkokul ve Türkmen Su dolum tesisini geçtikten sonra tabeladan sağa dönüyor bu yola devam etmiyoruz. |
 |
Vadi içerisine doğru ilerliyoruz. |
Bizi Yumaklı’ya çıkaracak Fındık Vadisi’nin devamı olan bu vadiden dere boyunca uzunca bir yürüyüş yaparak ikinci günü tamamlamayı planlıyoruz.
Toprak araç yolu üzerinden yürümeye başlıyoruz. Solumuzda bir kanaldan dere akarken sağımızda rüzgarla, yağmurla şekil değiştirmiş peribacası görünümlü dev kayaları görüyoruz.
Yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüşün ardından temiz suyun dolum tesislerine taşıyan bir boru hattının bulunduğu, dere ile yolun birleştiği bir düzlüğe ulaşıyoruz. İşaretleri göremediğimiz için GPS’e bakıyoruz ve dereden karşıya geçmemiz gerektiğini farkediyoruz. Bu yanlış karar bize 15-20 dakika kaybettirecek çünkü dere oldukça geniş ve şiddetli akıyor. Burada ne yapılması gerektiğini baştan yazıp hikayemize devam edelim. Dereden karşıya geçmeden dere boyunca içeriye doğru yürüyüp, yolun tamamen dere sebebiyle bittiği yerde karşıya geçmek gerekiyor.
Biz ekstra olarak bentin bulunduğu yerden karşıya geçiyor, sonra tekrar karşıya geçmek zorunda kalıyoruz. Bunu yapmamak gerekiyordu. Düzlükten sonra dereyi geçmeden dere boyunca yürüyüp derenin patikayı bitirdiği noktada karşıya geçerek diğer taraftaki belirgin patikaya girmek gerekiyor. Her ne kadar dere dibimizde olup GPS verileri bizi yanıltmış olsa da bu noktada GPS kullanıyor olmak önemli.
Burası harika bir düzlük dere kenarında su molası verme bahanesi ile kısa bir süre oturuyoruz. Kapalı hava burada yerini güneşe bırakınca keyfini çıkartıyoruz. Çocuklar gibi şen, eğlenerek gürül gürül akan dereden doldurduğumuz suları susamadığımız halde kana kana içiyoruz. Aslında içmemizin sebebi biraz farklı.
Oturduğumuz sırada güneş de tepemizde gülümsemeye başlayınca aklımıza türlü türlü muzurluklar gelmeye başlıyor. Gopro ile video çekimleri yapıyoruz. Video konsepti içerisinde “su içmek” eylemi olduğu için davul olana kadar su içmek durumunda kalıyoruz.
Bir süre daha yemyeşil çayırda dere kenarında doğanın keyfini çıkarmamızın ardından vadi geçişimizi tamamlamak üzere harekete geçiyoruz.
Derenin üzerindeki köprüden geçildiğiniz sanıyoruz ama yanlış. Vadi boyunca dere üzerinden geçmeyecek, dere tamamen sağımızda kalacak şekilde yürüyeceğiz. Köprü üzerinde durup çevreyi biraz inceledikten sonra dereyi sağımıza alarak, yani dere üzerinden geçmeden kaldığımız yereden yürümeye devam ediyoruz.
 |
İçeriye doğru girince bir düzlüğe ulaşıyoruz. Burası Asmainler Mevkisi. |
 |
Gürül gürül akan dere bu sefer sağımızda tabii. |
 |
Güneşi de gördük, zaman da var. Gopro ile biraz eğlenmeye karar veriyoruz. Doğru videoyu yakalayana kadar Altuğ davul gibi su içmek zorunda kalıyor. |
 |
Bu köprüden geçmek güzel ama işaretler köprüden geçirmiyor maalesef. Vadi boyunca dere daima sağımızda kalacak. |
 |
Derenin akının tersine Fındık Vadisinden içerilere doğru yürüyüşümüz başlıyor. |
 |
Vadide halen kış görselleri hüküm sürüyor. |
 |
Kavaklara bile ilkbaharın uyandıran tokadı vurmamış. |
Sert esen kısımlarda gördüğümüzde sonbahar görüntüsünün vadi içerisinde nispeten ilkbahara döndüğünü görebiliyoruz. Muhtemelen sert esen ve ilkbaharı engelleyen rüzgarlar vadi içerisinde olmadığndan buralarda daha yeşil ve ferah manzaralar ile karşılaşıyor olacağız. Tek bir ton içerisinde onlarca kilometre yürüyünce kendimizi biraz daha depresif hissediyoruz galiba. Kışın yürüme imkanımız olsa da ilkbaharda yaptığımız programları iple çekmemizin başlıca sebebi bu olsa gerek.
Dere kenarından ayrılıp içerilere doğru girdikçe karşımıza eski bir değirmene benzeyen ancak bugün bir ağıl olarak kullanılan bir kulübe çıkıyor. Bu kulübenin arkasından devam eden patikadan yürümeye devam ediyoruz. Vadi’nin başlagıcındaki bu kısıma Asmainler Mevkiisi adı veriliyor.
Yumaklı’ya doğru giden vadi içi yollarda patikanın kaybolduğunu veya kafa karıştırıcı bir noktaya geldiğimiz olmadı. GPS kullanıyor olmak her zaman bir güvence ama bu kısımlarda GPS’e fazla ihtiyacımız olmadı desek yeridir.
Saat 14:30 itibariyle vadi içerisinden zaman zaman açılan geniş çayırlar üzerinden (Asmainler mevkiisi) yürüyüşümüz başlıyor. Yağmur burada öylesine yağmış ki zaman zaman balçık çamurlar içerisinden geçmek zorunda kalıyoruz.
Kulübenin arkasından patika ve dar bir araç yolu üzerinden, çamurlarla boğuşarak 10 dakikalık yürüyüşün ardından geniş bir alana ulaşıyoruz. Eğimi az olan bu çok geniş çayırı boydan boya geçmemiz neredeyse 10 dakikamızı alıyor.
Fındık Vadisi’nin devamı olan bu huzur ve keyif veren vadi içerisinde sıkılmadan yürümeye devam ediyoruz. Solumuzdaki yamacın ardında Çobanlar Köyü bulunuyor. Sağımızda ise derenin karşı yamaçlarında tepelere yaslanmış antik mağaraları da görebiliyoruz. Bu vadi aslında eski değirmenlerin de bulunduğu eski bir yerleşim. Kuvvetle akan bir dere olunca eskiler değirmenleri hemen konduruveriyorlar tabii. Vadinin daralan kısımlarında eski değirmenlere ait yolları, kanalları ve yapıları göreceğiz. Teknoloji geliştikçe, fabrikalar kurulunca, boynu bükük bir şekilde terkedilmeye yüz tuttu değirmenler. Bunca yürüdüğümüz yollarda çalışan aktif bir değirmene rastladığımızı nadiren hatırlıyoruz.
Yol boyunca yerlerde bulunan, çevrenin demirbaşı olmuş büyükçe kaya parçaları ve ağaçlar üzerinde kırmızı-beyaz işaretleri görebiliyoruz. Hafif iniş ve çıkışlarla yürümeye devam ediyor, kısa bir süre sonra biraz da aşağıda kalan vadi içerisindeki traktör yoluna doğru indiğimizi anlıyoruz. Çobanlar Köyü yakınlarındaki bu yollar traktörler tarafından çok sık kullanılmıyor. Sadece çevre köylerden bölgedeki tarlalarına ulaşmaya çalışan insanlar tarafından kullanılıyor. Dolayısıyla buranın yoldan öte biz yürüyüşçülere geniş bir patika işlevi gördüğünü söylemek mümkün.
Yola inerek artık belli belirsiz hale gelmiş araç yolundan yürümeye devam ediyoruz. Bir barakanın yanından geçerek büyük kavak, çam ve meşe ağaçları arasından ilerliyoruz.
Saat 15:00’de bir çeşmenin yanında duruyor, ayaküstü kısa bir mola veriyoruz. Bu kısımda akan bir dere de olduğundan yaz-kış yürüyecekler için su sıkıntısı olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kıvrılarak giden araç yolundan keyifle yürüyoruz. Otlayan koyunların yanından geçip yakınlarda köpek havlamasını işitsek de bize bulaşmıyor, sadece 15-20 sonra dönüp arkamıza baktığımızda uzakta gözgöze geliyoruz. Anlaşılan o ki koyunların yanından geçip onlara zarar vermeyeceğimizi anlamış olsa gerek yanımıza gelmeye gerek duymuyor. Yine de Frig Yolu yürüyeceklerin yanlarında bir köpek kovucu bulundurmalarında fayda var. Likya ve Karia’da bu kadar ısrar etmemiştik ama Frigya’da ne zaman nereden köpeğin çıkacağı hiç belli olmuyor.
Yaklaşık 10-15 dakikalık yürüyüşün ardından yol bizi geniş bir alan ve dere yatağının dibine indiriyor. Patika oldukça belirgin ve dere boyunca yürümeye devam ediyoruz.
Devrilmiş ağaçlar, dere boyunca dizilmiş dev meşeler, tarlaların yanından ve içerisinden geçişler derken saat 15:45’te bizi Yumaklı’ya doğru götürecek köy yoluna ve Frig Yolu tabelasına ulaşıyoruz. İnli Köyü çıkışı sonrasında yaklaşık 7 km. boyunca Fındık Vadisi içerisinden dere boyunca yaptığımız yürüyüş yerleşimlerden uzak, doğanın kalbinde geçirdiğimiz güzel bir 1 saat olarak zihinlerimize kazınıyor.
Köy yolu üzerinden yaklaşık 4 km. yürüyerek eğlencenin ve unutulmaz anların başladığından habersiz saat 16:30’da Yumaklı Köyü’ne ulaşıyoruz. Mart 2016’da yaptığımız ve Kırka’da tamamlamayı planladığımız bu yürüyüşümüzün sona ereceğinden de henüz haberimiz yok tabii. Tüm yol tariflerini, hatıralarını bir kenara koyup, Yumaklı Köyü’ne 1 km. kala hikayeyi anlatmaya başlayalım.
 |
Köye giriyoruz. Henüz çadır yeri bulamadık ama ama sağolsun Hüseyin Sarı'nın tavsiyesi ile bir misafirhaneye bakıp, muhtarla tanışıp çıkacağız. |
 |
Köyün girişinde bir çeşme daha karşımıza çıkıyor. Buralarda susuz kaldım demek ayıp olur herhalde. |
Hava giderek soğumaya başladı. Hatta her ne kadar kuytu olsa da bir gün önce İncik tarafında attığımız kamptan daha soğuk bir ortam olduğunu söyleyebiliriz. hava güneşli olsa sağımızda dere kenarında harika kamp alanlarını görürken şimdi buraya kamp atmak gece boyunca tüm soğuk ve rüzgarı direk yemek anlamına gelir ki bu da ertesi gün yürümek için gerekli enerjiyi toplayamayız. Ne uyuyabilir, ne de ısınabiliriz buralarda.
Tam bunları düşünürken Altuğ, yol hakkında bilgiler vermek, hal hatır sormak için Frig Yolu’nu biz doğaseverlere kazandıran Hüseyin Sarı’yı telefonla arıyor.
Altuğ herşeyin güzel gittiğini Hüseyin Sarı’ya anlattıktan sonra “nerede kalacaksınız?” sorusuna kamp için köye ulaştıktan sonra Mehmet ile uygun bir yer bakacaklarını söylüyor.
Bunu dedikten sonra Yumaklı Köyü’nün bir misafir odası olduğunu, Muhtar Süleyman’ı arayarak odanın uygun olup olmadığını soracağını söylüyor. Likya Yolu için bizim bir çok arkadaşa verdiğimiz benzer desteği kendisinden görüyoruz. Ne kadar teşekkür etsek azdır.
Tabii nasıl bir ortam ile karşılaşacağımızı bilemediğimizden biz halen sağda solda çadır yeri bakmaya devam ediyoruz. Hani uygun bir yer bulsak çadırı atacağız fakat her yer öylesine rüzgara açık ve hava da giderek soğumaya başladığından böyle bir yer bulabilmek çok zor.
Altuğ daha fazla sağa sola bakıp zaman kaybetmektense, muhtara da haber gittiğinden, önce köy misafirhanesine sonra da uygun bir yere çadırı atmayı teklif ediyor ve önerisi oy çokluğu ile kabul ediliyor.
Saat 16:30’da Yumaklı’ya ulaşıyoruz. Bu arada yolda yürüdüğümüz bölümlerde su kaynakları gördüğümüzü belirtelim. Frig Yolu’nun yürüdüğümüz bölümlerinde su problemi ile karşılaşmadık. Dolayısıyla bizden sonra yuürüyeceklerin litrelerce su taşımalarına gerek yok. Alacakları suyu mevsim şartlarını da gözeterek (abartmadan) rahatlıkla belirleyebilirler.
Köye girdiğimizde muhtar Süleyman Bener’i arıyoruz etrafta. Caminin dibine geldiğimizde yukarıdaki evin camından bize sesleniyor:
- Caminin bahçesine girin. Bahçesindeki misafirhaneye yerleşin. Ben geliyorum birazdan.
Misafirhane derken aklınıza büyük bir yer gelmesin. Burası köyün insanlarının da bir araya geldiği bir göz oda. Ama öyle güzel bir yer ki. Ortasında sobası, mutfağı ile yürüyüşçüleri kendisine getirecek türden.
Yürüyüş maceralarımızın en unutulmaz günlerinden birisi de burada başlamış oluyor.
 |
Yumaklı'ya ulaştık. Muhtar Süleyman yukarıdaki beyaz evde oturuyor. Evden bize seslenip caminin avlusundaki misafirhaneye girmemizi söyledi. Az sonra o da gelecekmiş. |
 |
Misafirhaneye giriyoruz. Merdivenin altında odun da var. Bu gece burada kalacağımız için oldukça şanslıyız. Mehmet burada kalmamızın güzel olacağını söylüyor ve Frig Yolu'nda ikinci günümüz Yumaklı misafirhanesinde sonlanıyor. |
İçeriye baktıktan sonra burada konaklamanın çok keyifli olacağına kanaat getiriyoruz. Tabii bu kararı almamızda dışarıda havanın giderek soğuması ve buna da çok hazırlıklı olmamamızın da etkisi var. Yine de bu tür yerlerde konaklamayı, insanlarla tanışma ve bölgeyi tanıma anlamında genellikle tercih ettiğimiz gerçeği de var. Çadır konaklama daima önceliğimiz ama sosyalleşme anlamında zaman zaman handikapları olabiliyor. Yürüyüş yaparken bütçeyi bir kenara koyarsak çadır konaklama ve misafirhane/pansiyon tercihlerini bir arada yapmak fena bir fikir olmaz. Bu kişiden kişiye değişiklik gösterebilecek göreceli bir konu dolayısıyla bizim yaptığımız doğrudur diyemeyiz.
Göçmen köyü olan Yumaklı ve yakın çevresinde çadır için uygun alanlar bulunduğunu belirtelim. Köyde bakkal yok ama bölge insanı konuksever ve çekinmeden yardım istediğiniz takdirde sizi asla boş yola koymazlar.
Çantalarımızı misafirhaneye koyarak İnli’den bu yana çantamızda taşıdığımız halen sıcak patatesleri çıkartıyoruz. Hava kararmadığından dışarıda caminin dibindeki banka oturarak patatesleri yemeye başlıyoruz. Karnımız acıkmış besbelli. Ne de güzel geliyorlar.
 |
Hava daha kararmadı. Caminin önündeki bankta İnli'den getirdiğimiz Hüseyin Amca'nın eşinin beze sardığı, halen soğumamış patatesleri yiyeceğiz. |
Hava karardıkça sıcaklık da hissedilir derecede düşüyor. Patatesler bitiyor ve biz soğuğa daha fazla direnmeden içeriye giriyoruz. Misafirhane tertemiz. Ayakkabıları dışarıda çıkartıyor, hemen sobayı yakmak için harekete geçiyoruz.
Sobayı yakıp üzerine çayı da koyduktan sonra ıslak ve çamurlu kıyafetlerimizi değiştiriyor, üzerimizdekileri kuruması için sobanın yanına asıyoruz.
Burası boydan boya sedirlerin olduğu, bir göz oda. Yere uyku tulumu bilşe atmaya gerek yok. Sedirlerin üzerine uzansak bile yeterli.
Bir göz oda olunca içerisi 15 dakika içerisinde hamam gibi oluveriyor. Hava kararmaya yakın köy muhtarı Süleyman Bener misafirhaneye konuğumuz olarak geliyor. Hemen de benimsedik bulunduğumuz konumu.
 |
Muhtar Süleyman Bener misafirhanemize konuk oluyor sağolsun. Yalnız değiliz. |
 |
Eşyalarımızı kurumak üzere sobaya yakın koyduk. Soba gürül gürül yanıyor. Üzerinde taze demli çay. Bekleriz. |
 |
Köyün ve köylünün dertlerini Frig'de dinlemedik demeyeceğiz. |
Merhabalaşıp, tanışma faslının ardından muhtar diyor ki;
- Akşam hava bozacak. Daha kötü olacak hatta kar bile yağabilir. Burası Türkmen Dağı’nın eteklerinde yerler. Türkmen Dağı geçit vermezse yürütmez.
Doğanın gücünü kim olursa olsun yadsıyamıyor işte. Dışarı bakıyoruz, kararmaya başlayan havada yağmur bile yok.
Yumaklı Köyü de geçtiğimiz köyler gibi yazın nüfus olarak artan yerleşimlerdenmiş. Şu anda kendisi dahil 5 hane yerleşik olarak bulunuyormuş. Diyoruz ki burada “Sayım kolay da olur. Birisi bir gün gözükmese bir sorun olacağını anlarsınız” diyoruz. Muhtar diyor ki:
- Tabii ki. Zaten bir kişi haricinde herkes camiiye 5 vakit namaza gelir. Orada anlıyoruz zaten. Diğeri de Cumadan Cumaya uğrar.
Sohbet koyu. Misafirhanenin duvarlarında Altuğ’un da detaylarını incelemeyi pek sevdiği tarihi geçmiş takvimler, çiftçiye verilen banka kredisi duyuruları, tarım kredi kooperatifi ve tarım zararlıları ile savaş duyuruları görülüyor.
Görüleceği üzere soba yanıp içimiz ısınınca hemen aklımız başımıza geliyor.
Sohbet koyu. Bu bölgedeki köylerin genellikle göçmen ve alevilerden oluştuğunu öğreniyoruz. İnli’de Hüseyin Amca’nın söyledikleri ile bire bir örtüşüyor.
- İkinizden birisi gelirse benimle iyi olur. Hanım biraz rahatsız size yiyecek birşeyler ayarladı. Benimle eve kadar gelip alırsanız yarın devam edersiniz diyeceğim ama burada birkaç gün sizi konuk edebiliriz.
Bunu dediğinde dışarıda sulu kar başlamıştı bile.
Altuğ muhtar ile birlikte yukarıda evine kadar gidiyor. Sağolsun muhtarın eşinin hazırladığı tepside kahvaltılıkları misafirhaneye götürene dek kardanadama dönüşüyor. Saat daha 20:00 ve dışarıda tipi var. Duracak gibi de gözükmüyor.
Biz anı yaşıyoruz tabii. Dışarıda lapa lapa yağan kar, buz gibi havaya nazire yaparcasına içeride gürül gürül yanan bir soba, üzerinde demli taze çay ve mütevazi bir kahvaltı sofrasında eğlenen iki dostun sohbeti var. Binlerce kilometre yürürsünüz hadi bırakın sıkılmayı sohbet edecek malzeme nasıl tükenmez bunun cevabını biz de bilmiyoruz.
Gece 23:00 gibi uykuya dalmak için uğraşırken dışarıda yağan lapa lapa karın bizi yarın sabah nerelere kadar yürüteceğini, yürütmez ise Kütahya’ya nasıl dönebileceğimizi birbirimize dönüşümlü olarak soruyoruz. Tam bir muamma ortamı var ama bu hiç umurumuzda değil çünkü çok mutluyuz bulunduğumuz ortamda. Daha uzun da kalabiliriz.
 |
Dışarıda kar yağadursun biz içeride taklalar atıyoruz. |
Saat 08:00 oluyor. Hala kar yağıyor. Dursa bile hava açacak gibi değil. Daha fazla şansımızı zorlamadan ve yürüyüşümüzü riske atmadan Yumaklı’dan geri dönmeye karar veriyoruz. Sonuçta yürüyüşleri doğa ile üstün mücadele vermek için değil keyif için yapıyoruz. Doğa ile tabii ki mücadele ediyoruz ama keyif alabilmek çok önemli. Yürünecek yolun belli olmadığı, kar yağışına hazırlıklı olmadığımız bir konumda yürümeye devam etmek birçok riski de beraberinde getirecek bu da bir gerçek.
Muhtarı arıyoruz ve ondan Kütahya’ya inmek için yardım istiyoruz:
- Ben size demiştim değil mi? Yengenizi yalnız bırakamıyorum ama imama söyleyeyim sizi indirsin. diyor
Yaklaşık 1100 metredeki Yumaklı Köyünden indikçe kar azalıyor. Hatta Kütahya’ya indiğimizde kupkuru olan şehir merkezinde insanların bizim arabaya nasıl şaşkınlıkla baktıklarını görebiliyoruz. Benzin almak için durduğumuzda pompacılar “Nerelerden geliyorsunuz sizler? Bu arabanın hali nedir?” diyor.
Sağolsun benzin parasını dahi almak istemiyor ama yine de birşeyler veriyoruz. Hatta benzinciden çocuklarına götürmesi için çikolata, cips türü şeyler de alıp veriyoruz.
Bizi Kütahya Tren Garına bıraktığında Kütahya-Eskişehir bölgesel treninin kalkmasına yarım saat vardı. Tabii planımızı uygulayamadığımız için Kütahya tren garından Eskişehir-İstanbul Hızlı Tren (YHT) biletlerimizin saatlerini değiştirme imkanı buluyoruz.
Kütahya’dan Eskişehir’e gitmek tam yerel bir tren yolculuğu oluyor. Eski trenler gibi. Soğan kokuları, sütlü mamullerin taşınması. Ulaşım araçlarına has kokularını unutmuşuz.
 |
Kütahya-Eskişehir treni. Soğan kokuları arasında selamlarımızı sevgilerimizi gönderiyoruz. Galiba vagonu yanlış seçtik??? |
Saat 14:00 gibi Eskişehir’e vardığımızda akşam 19:00’daki trenimizi bekleyene kadar kısa bir Eskişehir turu atıyor, çiğ börek yiyiyor ardından tren garı yakınlarında bir şarap evinde klasikleşmiş yürüyüş noktamızı koyuyoruz.
Devamı ne zaman? Artık sonbahara (2016) kaldığımız yerden, önce Kütahya Tren Garı ardından Yumaklı’ya geçerek Zahran Vadisi’ne doğru yürümeyi planladık. Türkmen Dağı izin verdiği sürece tabii.
Yorum Gönder